“...ama o kadar yoğunum ki!”
Bu tanıdık yakınma cümlesini en son ne zaman söylediniz? Hayatlarımız günün koşuşturması içinde geçiyor. Bu koşuşturma içinde kendimiz için de bir şeyler yapmanın gereğini fark edemiyoruz. Çalışma hayatında biz olmazsak işlerin yürümeyeceğine inanıyor, kendimizi vazgeçilmez gibi hissederek avutmaya çalışıyoruz. Alacağımız bir hafta izin için bile aylarca öncesinden işlerimizi toparlamaya çalışıyor, hatta kimi zaman o izni bile kullanmaktan feragat ediyoruz. Tüm bunlar size de tanıdık geliyor mu? Bugün Kalan Hayatımın İlk Günü’nde Maelle’in içinde bulunduğu durum birçoğumuz için yabancı değil.
Maelle gibi, fedakarlık yaptığını düşünerek kendi önceliklerini, kendi değerlerini geri plana atan herkesin yaptığı en büyük hatalardan biri çevresinde olan her şeyi kişiselleştirmek ve deneyimlediklerimizi genelleştirmek. Bunun arkasında ise, gösterdiğimiz fedakarlığın karşılığında herkesin bize borçlu olduğuna içten içe inanıyor olmamız yatıyor. Hoşumuza gitmeyen her olayın bize karşı gerçekleştiğini söylemek ya da kötü bir şey deneyimlediğimizde her zaman, her yerde, benzer kişilerle aynı şeyleri yaşayacağımızı düşünmek de bu inancın bir parçası.
Oysaki sorun ne başkalarında, ne olaylarda, ne de bir türlü yetmediğinden yakındığımız zamanda. Asıl sorun; düşünce biçimimizde, kendimize koyduğumuz sınırlarda ve ön yargılı bakış açımızda. İnşa ettiğimiz kalın duvarlar ardında saklanmayı tercih edip yeniliklerin hiçbirine kapımızı açmıyor, onlarla karşılaştığımızda hemen eleştirmeye başlıyor ve kendi sınırlı deneyimlerimize göre kıyaslamalar yaparak kendimizi rahatlatıyoruz. İşte bu sıkışmışlığın içinde bazen bir insan, bir olay, bir film ya da bir kitap kaldıveriyor perdeyi gözlerinizden.
Arkadaşı için biraz da isteksizce Himalayalara doğru yola çıkan Maelle’e yol gösteren Shanti şöyle anlatıyor:
“Mutlu olmak için düşünce biçimini değiştirmen, pozitif düşünmen, istediğin şeye ve hayata inanman gerekir; zira sen ne isen yaşamına da ona çekersin. Sürekli negatif insanlardan kaçman mümkün değil ancak onların bir şeyin eksikliğini çektiklerini düşünebilirsin. Eğer onlara bu gözle bakarsan söylediklerinin ya da yaptıklarının sana karşı olmadığını anlarsın. Seni hedeflediklerini sanıyorsun çünkü şu an burada olan sensin, ama senin yerine başkası olsaydı da aynı şekilde davranırlardı. Bu insanların davranışlarına rağmen huzurunu koruma gücüne sahipsin. Saldırıya uğradığın düşüncesinden kurtulup karşındakinin korkusunu ya da eksikliğini gözlemdiğinde ona karşı empati kurarsın.”
İçimizdeki boşlukları bizim için çok da anlamı olmayan şeylerle doldurmayı bırakmanın zamanı çoktan geldi. Geçmişte yaşadığımız deneyimlerle olayları tek taraflı yorumlamak, gelecek kaygısı yüzünden bir adım atmayı ertelemek bizi çözüme götürmekten çok, negatif düşünmeye ve içimizi olumsuz duygularla doldurmaya itiyor.
Asıl mutluluk ise yaşadığımız anda. Önceliklerimizi keşfetmek ve bunlara uyumlu bir şekilde yaşamak istiyorsak düşünce biçimimizi değiştirmemiz, geçmişin yükü ve gelecek kaygısı olmadan yeniliklere kucak açmamız gerekiyor. Ancak anda yaşabildiğimiz sürece önümüze çıkan fırsatlardan faydalanabiliriz. Maelle’nin sıradışı hikayesi Bugün Kalan Hayatımın İlk Günü belki de gözünüzdeki perdeyi kaldırmak için beklediğiniz kitap olabilir.
“Hayallerini yaşa; kendine, kalbine, bedenine, arzularına, sevdiklerine özen göster. İçini gerçekte olduğun şeyle doldur ve acı çekmekten korkmayı bırak.”
KİTABI KEŞFETMEK İÇİN TIKLAYIN